Neler İzledim?

Dizileri eskisinden çok daha fazla ve çok daha çabuk bıraktığım bir dönemdeyim. Fakat ne zaman ''lan benden geçti mi acaba bu dizi işleri'' diye düşünecek olsam bir iki dizi çıkıyor karşıma, izledikçe izliyorum. Bu sene de çok dizi izledim fakat bloga ayda yılda bir yazıp onda da sadece bir diziden bahsetmenin zamanında çok hayal kurarak açtığım buraya haksızlık olduğunu fark ettim. Eh, bu yüzden de son zamanlarda (tabi 6 ay önce de son zamanlara giriyorsa) izlediğim dizilerden bazılarını buraya iki part halinde yazayım dedim. İlk parta başlayalım o zaman!

American Crime Story: The People V. O.J Simpson

 American Crime Story tıpkı American Horror Story gibi her sezon başka konu işleyen yeni bir antoloji serisi. İlk konularının da Amerika'yı zamanında baya meşgul etmiş O.J Simpson davası olması şaşırtıcı değil. Olayın içinde olan neredeyse herkesin kitap yazıp çok satanlara girdiği, davanın her sürecinde başka olay çıktığı, uğruna sürüyle eylemlerin yapıldığı bir davadan bahsediyoruz. Eminim emmy jürisi dizi daha yayınlanmadan 14 adaylık vermeyi planlamıştı bile.

Dizinin ilk sezonunun fikri ne kadar popülist nedenlerle ortaya çıkmış olsa bile şöyle bir gerçek var:

American Crime Story, çok iyi bir dizi. Bence bunun en büyük nedeni, belgesel titizliğinde hazırlanmış olup dizi akıcılığına sahip olması. İzlediğim her bölümden sonra ilgimi çeken birkaç konuyu, hatta repliği gugılladım ve doğruluğunu gördüm. Detaylara verdikleri önem gerçekten takdire şayan. Davayı anlatırken objektif olmaya çalıştıkları ve iki tarafın da bulunduğu konumu göstermek istedikleri belli. Hatta normalde baya sert bir suratı olan O.J için Cuba Gooding Jr. gibi sempatik suratlı bir herifi seçmeleri bile tamamen Marcia Clark tarafını tutmayalım diye bence.

 Marcia Clark demişken, medyanın ve halkın  Clark'a olan cinsiyetçi tavrı da dizinin hatrı sayılır bir kısmında yer alıyor. Çok da iyi oluyor. Horror Story'nin her sezonunda süper performanslar sergileyen Sarah Paulson ile Johnnie Cochran'ı oynayan Courtney B. Vance, birlikte dizinin en güzel performanslarını ortaya koyuyorlar. Günahları yok değil American Crime Story'nin, var. Bazı anlarda bu sezonun ortaya çıkmasını sağlayan popülist düşünce kendini fazla hissettiriyor. Mesela Kardashian isminin ününden, gerektiğinden fazla yararlanmaya çalışıyorlar.  Fakat genel olarak baktığımızda, karşımızda Amerika'nın adalet sistemini eleştiren, ırkçılık, cinsiyetçilik gibi konularla haşır neşir olan üstünde uğraşıldığı belli, izlemesi keyifli ve bu senenin en iyi dizilerinden biri var.

The Night Manager

 John Le Carre'nin aynı isimli romanından uyarlama bbc yapımı mini dizi The Night Manager'ın konusu basit:

Eski asker yeni otel müdürü Jonathan Pine'a, ''dünyanın en kötü adamı''  olan ünlü zengin Richard Roper'ın ipliğini pazara çıkarmak için istihbaratçı Angela Burr tarafından bir görev verilir. Pine'ın da oldukça istekli olduğu bu operasyonda kendisi Roper'ın ekibine sızmalı ve bütün dünyaya Roper'ın ne halt olduğunu göstermelidir.

 The Night Manager hakkında söylenecek çok bir şey yok. Tom Hiddleston, Hugh Laurie ve Olivia Colman'ı almışlar kamera karşısına, güzel bir senaryo vermişler ve hadi oynayın demişler. Onlar da şov yapmışlar. Tom Hiddleston kamera karşısında seyirciyle flört etme yeteneğiyle ''heyoo ben yeni Bond olmalıyım'' diye bağırıyor. Elizabeth Debicki de bu kadar başarılı oyuncunun yanında sadece mükemmel suratıyla değil aynı zamanda oyunculuğu ile de ayakta duruyor.

Romanı okumadığım için ne kadar başarılı uyarlandığını bilemem ama birkaç mantık hatası ve ana karakterin motivasyonunu zayıf bulmam dışında The Night Manager bbc kalitesini buram buram hissettiren, bu türü pek sevmeyenlerin bile şans vermesi gereken bir dizi.