24 Ocak 2014 Cuma

Felsefe Yazım

Şimdi hiç hoşuma gitmeyen bir şeyi yapacağım. 1-2 ay önce öğretmenimin ''Sen çok kitap okuyorsun kıvırırsın bu işi.'' demesiyle biraz da aile ve arkadaş desteğiyle 18. Felsefe Olimpiyatları'na katıldım. Hala nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde Türkiye'de 4. olmuşum. Bence yazımın dilinin 3. sınıf düzeyinde olmasıyla dalga geçtikleri için 4. yaptılar beni. Şuan alçakgönüllülük yapmaya çalışmıyorum cidden çünkü ilk 10'daki diğer yazıları da okudum da benimki çok basit kalıyor yanlarında. Hele sonlarda ders mers vermeye falan kalkmışım. :/

 Her neyse hoşuma gitmeyen şey de şu: Yazımı burada paylaşacağım. İlk önce bunu yapmak çok anlamsız geldi fakat sonra masaüstüm dışında da bir yerde bulunsun istedim. Felsefeyle ilgili pek bir bilgim olmadığından, distopyaların ekmeğini yediğim bir yazı oldu ki seçilmemle ilgili bir diğer teorim de bu. İdealar kuramından bahsetmediğim için almış olabilirim puanları.






Kadir Yılmaz
Hasan Ali Yücel Anadolu Öğretmen Lisesi
ANKARA
Derecesi 4

Kimliğini ya da kendisinin ne olduğunu ortaya koyan her kişi, dolaylı olarak kendisinin diğerlerinden farkını da ortaya koymaktadır. Kendisini konumlandırırken dayandığı şey de “öteki” ya da “ötekiler” olmaktadır. Her “biz” ancak “siz”le mümkündür.”
Harun Tepe, “Kimlik, Kimlikler ve İnsan Hakları”, Elli Yıllık Deneyimlerin Işığında Türkiye’de ve Dünyada İnsan Hakları, Yay. Haz: İoanna Kuçuradi - Bülent Peker, Ankara, 2004

Ayrımcılık Niçin Vardır?
Bir sınırı var mı yoksa bir gün bitecek mi?

       İncelemek istediğim alıntı, Harun Tepe’nin “Etik Bir Sorun Olarak Ayrımcılık” yazısından olacak. Yazımda ayrımcılığın sebeplerini ve sınırlarını sorgulayacağım.

            Ayrımcılık, insanlık tarihinde çok sık görülen bir sorun. Köleleştirilen siyah insanlar, ikinci sınıf vatandaşlar olarak görülen kadınlar, öldürülen eşcinseller, din değişikliği yüzünden yargılanan insanlar tarih boyunca hep var oldular. Peki, bir insanın diğerini, sırf kendisinden farklı olduğu için öldürmeye iten şey nedir? Bu sorunun tek bir cevabı olduğunu düşünüyorum. İnsan, bilmediği şeyden korkar. Bilinmeyeni öğrenmeyi denemek yerine kolay yolu seçer ve topluma uyar. Ama George Orwell’in 1984 kitabında da söylediği gibi “Akıllılık çoğunluğa bakarak ölçülemez.” Siyah birini gördüğünde onun neden siyah olduğunu, siyah olmanın ondan bir şey eksiltip eksiltmediğini sorgulamayan insan, onu köleleştirmeyi seçer. Bilgi korkulacak bir şey değildir. Ray Bradbury, modern klasiği Fahrenheit 451’de şöyle der: ‘’Cahilliğini ve bilgisizliğini saklayabilirsin, kimse seni dövmez ama hiçbir şey de öğrenemezsin.’’ Bir şeyi araştırıp öğrenmek de, öğrenmeye çabalamak da bizim elimizdedir. Bilgisizlik bize zarar vermese de çok şey kazanmamızı engeller.

            İnsanın bilinmeyene duyduğu korku sadece bir içgüdü değildir. Toplumun “ahlâk” kuralları ve dinler bu korkuyu besler. 1999 yılında 21 yaşındaki Matthew Shephard eşcinsel olduğu için ölesiye dövüldü ve çite asıldı. Fakat çite asıldığında ölmemişti. Sabah biri onu bulana kadar öylece kaldı ve hastaneye giderken öldü. Dinî bir grup tarafından işlenen bu cinayet ve cenazesi sırasında eylem yapan dinî gruplar, ne yazık ki dinsel bağnazlığın eseriydi. Dinler, insanı kan donduracak kadar etkileyebiliyorsa dinlerin, ayrımcılığa olan etkisini sorgulamamız kaçınılmaz değil midir?

            Ayrımcılığın bir başka nedeni de yönetim sistemleridir. Kapitalizm, kadını beyni çalışmayan seks objelerine çevirmek ister. Ursula K. Leguin’in klasikleşmiş ütopya kitabı Mülksüzler’de, bulunduğu anarşist dünya Anarres’ten kapitalist gezegen Urras’a giden fizikçi Shevek, neden kadınların bilim dünyasında rol almadığını sorduğunda aldığı cevap gülünçtür:”Ah, kadınlar matematiği hiç beceremiyorlar!” Kapitalist sisteme göre kadın, erkeğini memnun edip çocuklarına bakmakla yükümlüdür.

            İnsanların korkularına, dinlere ve kapitalist sisteme rağmen ayrımcılıkla mücadele son yıllarda bir hayli gelişti. Matthew Shephard davasının etkisiyle Amerika’da nefret suçu yasaya girdi. Siyah insanlar artık köle değiller ve kadınlar özellikle batı dünyasında çok yükseldiler. İnsanların ve teknolojinin gelişmesi ayrımcılığı bitirebilir mi? Yoksa ayrımcılık yapılabilecek yeni alanlar mı ortaya çıkarır? Herkesin pahalı markalardan giyindiği bir yere ucuz bir ceket veya elbiseyle giden insanın maruz kaldığı küçümseyici bakışlar da bir ayrımcılık göstergesi değil midir? İleride Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya kitabında olduğu gibi genlere göre sınıflandırılıp sınıflandırılmayacağımız ise hâlâ merak edilen bir sorun. Ayrımcılık da dünya üzerindeki diğer şeyler gibi kendini geliştiriyor ve yeni kalıplara, yeni nedenlere bürünüyor. Bazı insanlar farkında olarak, bazıları farkında olmadan araştırmadıklarından, bilgiden korktukları için kolay yolu seçip ayrımcılık yapmaya devam ediyorlar.

            Ayrımcılık ile savaşmak ve kazanmak ise sadece ayrımcılığa uğrayanların çabasıyla gerçekleşemez. Nazi Almanya’sında yaşamış bir papaz şöyle der: “Yahudileri almaya geldiler, sesimi çıkarmadım. Sendikacıları almaya geldiler sesimi çıkarmadım. Beni almaya geldiklerinde ise sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” Bu sözdeki gibi toplumun bizi ayrımcılığa uğrayan kesimden zannetmesinden korkup o kesimlerin haklarını savunmazsak ileride gözümüz yeşil olmadığı için ölüme götürülsek kimse bizim için mücadele vermez. Bir erkeğin kadın haklarını savunmasını, bir heteroseksüelin eşcinsel haklarını savunmasını eleştiren zihniyet, hiçbir mantık çerçevesine oturtulamaz bir zihniyettir.

            Sonuç olarak ayrımcılık, insanların bilgisizlik kaynaklı korkusundan oluşmuş ve dinlerden, yönetim sistemlerinden, toplumdan beslenerek büyümüştür. İnsan bilgiden korkup savaşmadığı sürece ayrımcılık günümüzde ve gelecekte farklı şekillere bürünüp var olmaya devam edecektir. Kolay yolu seçip pembe dünyamızda yaşamak  da ayrımcılıkla mücadele vermek de sizin elinizde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yazabildiğiniz kadar yazınnn

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...